Kısa Tarihçe
Fotoğrafı kaydedebilmek için öncelikli olarak dışarıdaki görüntünün makine içerisine kapalı bir ortamda girmesi gereklidir. İçeri alınan görüntü kaydedilecek yüzeye (film ya da sensör) gereken süre kadar düşürülerek kayıt gerçekleşir.
O halde fotoğraf çekebilmek için tamamen kapalı ve karanlık bir kutuya, bir de görüntüyü dışarıdan içeriye aktaracak optik sisteme ihtiyaç vardır. İlk fotoğraf makinesi fikrinin ortaya çıkışı “Karanlık Kutu (Camera Obscura)” adlı cihaza dayanmaktadır. Günümüzdeki dijital fotoğraf makineleri dahil tüm fotoğraf makinelerinin esasını oluşturan Karanlık Kutunun (Camera Obscura) mazisi milattan önceye kadar uzanır.
İlk optik keşif; "Duvardaki Delik"
Çinli düşünür Mo Ti yaklaşık olarak milattan önce V. yüzyılda deneysel gözlemleri sonucunda, karanlık bir ortama açılan küçük bir delikten giren ışığın dışarıda bulunan görüntünün bir yansımasını meydana getirdiğini yazmıştı. Sümerlerin taş tabletlerinde de “karartılmış bir odanın duvarında küçük bir delik açılırsa, dışarıdaki görüntü karşı duvara ters olarak düşer” ilkesi yer almaktadır.

Aristo & Camera Obscura
MÖ 4. yüzyılda Aristo da ışığın bu ilkesi ile igilenen düşünürlerdendi ve tariflediği sisteme “camera obscura” adını vermişti.

Camera Obscura’nın bir cihaz olarak icadında temel fikrin 10. yüzyılda (965-1039 yılları arasında) yaşamış Arap bilim adamı Basralı Ebu Ali El Hasan İbn El Haytam’a ait olduğu batılı kaynaklarda yer almaktadır. 15. asırda büyük sanatçı Leonardo da Vinci karanlık odadan yaralanarak resimlerin eskizlerini çizmiştir. 1568 yılında Danillo Barbaro, karanlık kutunun ışık gören deliğine bir mercek yerleştirmiş ve görüntü kalitesini belirgin bir biçimde artırmıştır.
O günün ressamları elbette kullandıkları bu cihazın fotoğraf makinesinin atası olduğundan habersizdi. Aslında tek yapmaları gereken yansıyan görüntünün kaydedileceği bir yüzey keşfetmekti. Ne yazık ki bu keşif 19. yüzyıla kadar mümkün olamadı.
Gümüş Nitratın ışıkta karardığının bulunuşu
Sekizinci yüzyılda Cabir İbni Hayyan adlı bir Arap ilim adamı Gümüş Nitrat’ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulmuştur. Eğer bu buluşun görüntüyü kaydetmek için yeterli olacağı bilinseydi, zaten var olan olan camera obscura ile birleştirilmesi fotoğraf makinesinin icadı için bir başlangıç olacaktı. Maalesef camera obscura ile ışıkta kararan gümüşü bir araya getirmek fikrini 19. yüzyılda Thomas Wedgwood’a kadar düşünen kimse olmadı.
Thomas Wedgwood
Thomas Wedgwood “gümüş ışıkla etkileştiğinde kararır” ilkesinden hareketle, o dönemde ressamların kullandığı “camera obscura” nın içine gümüş kaplı bir levha yerleştirmek ve görüntüyü kaydetmek istedi. Teorik çıkarımları tümüyle doğru olmasına karşın, denemelerindeki ışıklama süresinin çok uzun olması, oluşan görüntüdeki kararmayı durduramaması ve 1805 yılında genç yaştaki (34 yaşında) ölümü nedeniyle neticeye ulaşamamıştır.

Joseph Nicéphore Niepce ve Heliograph
Thomas Wedgwood’un çağdaşı olan Fransız Joseph Nicéphore Niepce onun bu amacına ulaşmayı başaran ilk isim oldu. 1822’de Niepce camera obscura kullanarak görüntüyü kurşun-kalay alaşımı özel bir plakaya düşürdü. Biraz bulanık olan görüntünün oluşması için 8 saat beklemek gerekiyordu. Niepce bu işleme “Heliografi” yani “güneş yazısı” adını verdi.
Tarihteki İlk Fotoğraf

Daguerre ve Daguerreotype
Niepce bu yıllarda Fransız mucit Daguerre ile birlikte çalışmaya başladı. Niepce 1833 yılında ölünce Daguerre, çalışmalarına yalnız devam etti ve 1837 yılında kamerada film yerine iyot buharına tutulmuş parlak yüzeyli bir gümüş levha kullandı. Pozlanan bu levhayı da civa buharında banyo ederek bir cismin görüntüsünü elde etmeyi başardı. Bu icadına “Daguerreotype” adını verdi. Daguerre’in bu çalışması Fransız Bilimler Akademisi tarafından 19 Ağustos 1839 tarihinde onaylandı ve adı henüz konmasa da fotoğraf, resmen bir buluş olarak ilan edildi. 19 Ağustos tarihi tüm dünyada "Fotoğrafçılar Günü" olarak kutlanmaktadır.
Henry Fox Talbot ve Fotoğraf teriminin tarihte ilk kez kullanılması
Fotoğraf sözcüğü bir kavram olarak ilk kez İngiliz Sir John F. W. Herschel tarafından 1840 yılında kullanılmıştır. Onun arkadaşı olan Henry Fox Talbot bir takım kimyasal maddelere batırılmış kağıtlar üzerinde görüntü elde etmeyi başardıysa da yavaş yavaş kararması ve görüntünün net olmaması nedeniyle kolayca unutuldu. Ancak Talbot bu buluşu için ilk defa “FOTOĞRAF” kelimesi kullanmıştır.
- Elde taşınabilen ilk küçük makineyi 1841’de Voigtlander yaptı.
- Karl Zeiss 1846’da kendi adını verdiği mercek fabrikasını kurdu.
- 1851’de madeni levhaların yerine cam levhalar kullanılmaya başlandı.
- “Siz düğmeye basın, biz gerisini hallederiz” sloganı ile 1888 yılında herkesin fotoğraf makinesi sahibi olmasını sağlayan George Eastman’in şirketi Eastman Kodak Company film olarak selüloit şerit kullanarak ilk filmli makineyi yaptı ve ona Kodak ismini verdi.
Bundan sonraki süreç dünya genelinde ve çok yönlü olarak gelişti… II. Dünya savaşının sona ermesiyle insanlık büyük bir teknolojik dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Tüm sektörlerde olduğu gibi fotoğrafçılık sektörü de hızlı bir gelişme sürecine ve firmalar ise pazardan pay kapma yarışına girdiler.
1950’lerden itibaren Japon makinalarının dünyayı sarması, 1960’larda renkli fotoğrafın yaygınlaşması, 1970’lerden itibaren de baskı sistemleri ve labaratuvarların gelişmesi, 1980’lerde elektroniğin gelişimi ve fotoğrafçılıkta uygulanması, fotoğrafı kitlelere yayan dönüm noktalarıdır.
İçinde olduğumuz dönemde son dönüm noktası ise bilgisayar teknolojisi ile birlikte dijital fotoğraf çağına giriştir.

İlk Dijital Fotoğraf Makinesi
Dünyanın ilk dijital fotoğraf makinesi, 1975’de Eastman Kodak çalışanı Steven Sasson tarafından geliştirilmiştir. Fotoğrafları CCD sensör ile algulayan cihaz, 100×100 pixel çözünürlüğünde siyah beyaz görüntüler kaydedebiliyordu. Makine, yakaladığı görüntüyü ise bir teyp kasetine yazıyordu ve bu analog süreç, yaklaşık olarak 23 saniye sürüyordu.
Dünyada İlk DSLR'nin üretilmesi
1991 yılında dünyada üretilmiş ilk DSLR olan Kodak DCS 100 modeli, analog bir makine olan Nikon F3 gövdesi kullanılarak üretildi. 1.3MP çözünürlüğe sahip 14×9.3mm’lik görüntü algılayıcı kullanılarak imal edilen bu cihaz aslında film yerine sensör kullanılan bir filmli fotoğraf makinesi idi. Nikon F3’ün film takmak için kullanılan arka kapağında bulunan ve filmin düzgün bir şekilde perde önünde durmasını sağlayan film yaslama levhası kesilmiş ve buraya bir sensör takılmıştı. Sensöre ait elektronik bileşenler ve batarya grubu makineden ayrı bir ünite halinde idi ve sensörde oluşan görüntü bir kablo vasıtasıyla bu üniteye aktarılıyordu.
Kodak’ın daha sonraki ürettiği modellerde bu harici ünite küçültülerek, Nikon gövdenin altına uygun daha kompakt bir yapıya kavuşmuştur. Eastman Kodak firması Kodak DCS 200 modelinden itibaren, Nikon gövdeye bütünleşik dijital üniteler üretmiş ve kullanım açısından daha kullanışlı bir tasarım elde edilmiştir.
Eastman Kodak firması 1991 yılında Nikon gövde kullanarak dijital makine üretmeyi başarmıştı ama Nikon ilk kendi DSLR’sini üretene kadar dijital fotoğrafçılık pahalı ve kullanışsız bir düzeyde kalmaya devam etti.
1999′da Nikon profesyonellere yönelik D1 modeli ile pazara merhaba derken, Canon ise 2001 yılında profesyonellere yönelik EOS-1D modelini sundu. DSLR pazararını tümüyle değiştiren ve bugün ucuza DSLR alınabilmesini sağlayan firma ise Canon oldu. 2003 yılında 1000$ barajının altına 999$ fiyat etiketine sahip EOS 300D modeli ile geçen Canon, diğer firmaların da rekabetçi fiyatlarla ürün çıkarmalarına öncülük etti.


Geçmişin Günümüze Etkisi
1826 yılında Fransız mucit Joseph Nicéphore Niepce‘in çektiği ilk fotoğraftan günümüze kadar geçen zaman zarfında fotoğrafın kendisi ve makinelerinde çok büyük gelişmeler yaşanmış olmasına rağmen fotoğrafın temel ilkelerinde köklü bir değişim olmamıştır.
19. yy.’da Thomas Wedgwood’un camera obscuara’da Gümüş nitratlı levha kullanarak fotoğraf elde etme deneyiminde başarısız olması, fotoğrafçılığın günümüzde de en önemli kavramlardan olan üç konusunu yakından ilgilendirmektedir. İşte önemle üzerinde duracağımız bu 3 temel konudan biri fotoğrafın oluştuğu yüzeyin ışığa hassasiyeti, diğer ikisi ise bu yüzeye düşecek olan ışığın şiddeti (parlaklık düzeyi) ve süresidir.
Joseph Nicéphore Niepce ilk fotoğrafını 8 saat süreyle pozlandırmıştı. Günümüzde ise aynı manzara milisaniye ile ifade edilen bir sürede fotoğraflanmaktadır. Bu pozlama süresindeki farklılığın nedeni kullanılan yüzeylerin ışığa hassasiyetlerindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. ISO olarak adlandırılan bu kavram fotoğrafçılığın temel unsurlarından biri olarak halen devam etmektedir. Pozlamanın 3 temel bileşeninden biri olan ISO günümüz makine üreticilerinin en çok üzerinde çalıştığı teknolojik konulardan biridir.
Fotoğrafı kaydedecek olan yüzeye ışığın etki etme süresi, Pozlamanın 2. unsuru olup Enstantane olarak da adlandırılan Perde Hızı (Shutter Speed) ile kontrol edilir.
Makine içine giren ışık miktarını ise temel olarak dış ortamın kendi ışığı belirler . Ancak objektifte yer alan diyafram isimli, çapı değiştirilebilir bir delik düzeneğinden oluşan yapı içeri giren bu ışığı kısıp artırabilir. İşte Diyafram açıklığı(f) Pozlamanın 3. bileşeni olup, hem içeri giren ışık miktarını yönetirken, hem de “Alan Derinliği” olarak adlandırılan, fotoğraftaki netlik yapılan düzlemden öndeki ve arkadaki kısımların net olup olmama durumunu ayarlayan bir unsurdur.
İşte bu nedenlerle günümüzün en gelişmiş dijital kameraları ve kullandıkları objektifler (lensler), atalarından devraldıkları aynı ilkeler üzerine inşa edilmişlerdir ve aynı ayarlamaları kullanmaktadırlar.